Cakarta dünyanın en büyük metropollerinden biri. Merkezinde 10 milyon, çevresinin katıldığı metropoliten alanda 30 milyon civarında kişi yaşamakta. Endonezya’nın başkenti olan Cakarta aynı zamanda dünyanın en hızlı “batan” kenti. Kent fiziksel olarak batıyor ve her geçen gün daha da fazla deniz seviyesinin altına iniyor. Kent ortalama yılda 7,5 cm – yer yer 23 cm.’e çıkıyor- su seviyesinin altına iniyor. Şu anda Cakarta’nın kuzeyinin %40’ı deniz seviyesinin altında. Böyle giderse 2030 yılında bu oranın %80’e çıkacağı öngörülüyor. Kısacası, Cakarta fiziksel olarak batıyor; sosyal veya ekonomik batışı da beraberinde getirerek.
Bu durumun başlıca nedeni iklim krizi nedeniyle buzulların erimesiyle beraber deniz seviyelerinin yükseliyor olması. Bunun yanı sıra, aşırı ve yanlış kullanım nedeniyle yeraltı sularının çekilmesi ve zeminin aşağı doğru inmesi. Buna karşı üretilen çözüm denize duvar yapılması. Plan 24-25 metre boyunda (üçte biri suyun üzerinde), yaklaşık 40 kilometre uzunluğunda duvar ile denizin önüne set çekmek. Oluşturulacak 17 yapay ada ile de dalgaların etkisinin kesilmesi hesap ediliyor. Projenin ismi “Büyük Garuda”. Bu Endonezya’nın ulusal sembolü olan efsanelerde yer alan kuşun ismi. Zaten 17 yapay ada yukarıdan bakıldığında bu kuşun temsili görüntüsünü verecek biçimde yerleştiriliyor. Deniz duvarları konusunda oldukça geniş bilgi birikimi, teknoloji ve uzmanlığı sahip Hollandalı mühendis ve firmalar tarafından yürütülen projenin toplam maliyeti 40 milyar Amerikan Doları civarında.
Plan, bu yüksek maliyetin en azından büyük bir bölümünün projenin kendisi tarafından karşılanması. Çünkü dünya genelindeki kentlere yapılan birçok mega projede olduğu gibi gayrimenkul satışı işin ayrılmaz bir parçası. Yapay adaların üzerine inşa edilecek çok katlı binalardaki lüks konutların ve ofisler ile alışveriş merkezlerinin satışından gelir elde edilmesi bekleniyor.
İklim değişikliğinin etkilerinden birine uyum eylemi olarak gösterilen proje birçok yönden bunu yerine getiremeyecek. Teknik açıdan kentin sular altında kalmasının önüne geçemeyecek olmasının yanı sıra yaratacağı ve derinleştireceği sosyal ve ekonomik adaletsizlikler cabası.
- İlk olarak, “Büyük Garuda” çok miktarda enerji ve malzemenin kullanıldığı devasa bir proje. Kullanılacak malzemelerin ve inşaat sürecinde kullanılacak enerjinin üretilmesi için kullanılan fosil yakıtlardan kaynaklı karbon salımı iklim krizinin devamına katkı verecek cinsten.
- Üstelik, yapılmakta olan deniz duvarı denizden gelen dalgalara ve sonucunda ortaya çıkacak su baskınlarına kesin çözüm değil. Aynı Japonya’da Fukushima’daki tsunami örneğinde olduğu gibi.
- Ayrıca, Cakarta batmasının bir başka nedeni olan yeraltı sularının çekilmesini alınacak önlemlerle durdurmadığı sürece kaç metre boyunda deniz duvarı inşa edilirse edilsin batmaya devam edecek.
- Bununla birlikte inşaat nedeniyle deniz dibindeki habitat ve ekosistemin zarar görmesi söz konusu. Bu da denizdeki hayatın onarılamaz biçimde zarar görmesin neden olacak.
- Bu durum sadece denizdeki canlı türlerini tehlikeye atmıyor. Aynı zamanda Cakarta’nın parçası olduğu körfezde geçimini balıkçılıktan elde eden 24 bin kişinin geçimini kaybetmesine yol açacak.
- Duvar ve denizin arasında kalan suyun kirlenmesi başka bir ekolojik felakete kapı açıyor. Kentin içerisinden geçen ve atıkların boşaltıldığı irili ufaklı akarsular aşırı hava olayları olduğunda sel ve su baskınlarına neden olmaya devam edecek.
- Ortaya çıkacak sosyal ve ekonomik adaletsizliklerin başında binlerce kent yoksulunun duvarın yapımıyla beraber gelecek kentsel dönüşüm projelerinde yerlerinde edilecek olması.
- Tüm bu kirliliğin ve ekolojik felaketin içerisinde kimin yüksek ücretler ödeyip apartman dairesi almak isteyeceği de havada kalan sorulardan biri.
Özetle, Cakarta örneği iklim uyum eylemlerinin her zaman çözüm üretmediğini, aksine problemleri büyüttüğü ve yenilerini yarattığını, sosyal ve ekonomik adaletsizlikleri derinleştirebildiğini göstermekte. Ashley Dawson’un “Extreme Cities” kitabında belirttiği üzere, Cakarta’daki Büyük Garuda “uyum yoluyla birikim” elde etmenin en çarpıcı örneklerinden bir olarak karşımızda duruyor. Oysa ihtiyacımız olan, doğa temelli çözümlere yer veren, canlı merkezli bir planlama ve anlayışa dayanan, azaltım ile birbirini tamamlayan ve sosyal, kültürel ve ekonomik adaletsizlikleri gidermeyi hedefleyen dönüştürücü uyum eylemleri.
Blog yazısı için Ashley Dawson’un “Extreme Cities” kitabından yararlanılmıştır.